Skip to main content

Tarih Toplantısının (Bienalin) Ardından

“Kent Tarihi Bienali’05”, Türkçesiyle “Zonguldak Kent Tarihi 2005 Toplantısı” 11-12 Kasım 2005’te başarılı bir şekilde gerçekleşti. Sunulan bildiriler bir kitap olarak yayınlanacak. Salondaki gözlemlerimi, hissettiklerimi, bildiri konularını ve dinleyici katılımı konusu üzerine düşündüklerimi yazsam bu köşeyi birkaç hafta meşgul eder.

Zonguldak kömür ocaklarında zorunlu olarak çalıştırılan köylüler; Ankara’da, İstanbul’da yaşayan bir profesörü, bir doçenti, bir araştırma görevlisini ilgilendirir de Zonguldak’taki sendikacıyı, avukatı, hekimi, tüccarı niçin ilgilendirmez? Oysa hepsinin varlık nedeni ve “varlıklarının (servetlerinin) kaynağı” olan bu işçiler ve bu taşkömürü değil midir? Ailesiyle hasret gidermek için İzmir’den Zonguldak’a, sayılı günler için izine gelen bir arkadaşım iki gününü o salonda geçirdi. İnternetteki haberimden duyup, kendi otomobili ile İstanbul’dan sırf bu toplantı için 3 saatliğine gelip, kayıt yapıp dönen bir dostumuz var. Bu dosta, Faika Berat Pehlivan’a, sözün burasında bir emsal oluşturduğu için gönülden teşekkür ediyorum. Ola ki gelen bir-iki kişi varsa onlardan özür dilerim ama o salonda bizzat isimlerine davetiye gönderilen onca tarih öğretmeninden kaç kişi vardı acaba? Oysa Zonguldak Kent Tarihi, sokaktaki insanın bile ilgisini çekmelidir. Şehir merkezi ve ilçelerdeki yüzden fazla tarih öğretmenine, Osman Zeki Oral resim sergisi açılışı ve saygı gecesi için merkezdeki 45 resim öğretmenine tek tek davetiye gönderildiğini biliyorum. Fakat katılım yok denecek kadar azdı.

TTK’dan emekli bir makine mühendisi, Alemdar gemisini ilk kez duyduğunu söyleyerek “Bize öğretmediler ki!” diye yakınıyor. Aynı emekli mühendis Zonguldak’ta kanalizasyonun doğal mağara ve subatanlara verildiğini duyunca inanamayıp, böyle bir şey olmadığını söyleyerek, bildiri sahibine “Kanıtınız var mı?” diye soruyor.” Büyüğümüz tarih eğitimi konusunda yerden göğe kadar haklıdır ancak insanın yaşadığı kente ve çevresine karşı bu kadar duyarsız oluşu nasıl açıklanabilir açıklamak zor. Şu sırça köşk meselesi olsa gerek… Neyse ki bu büyüğümüzün geç de olsa merakı uyanmış olmalı ki bütün bildirileri dinledi.. Öte yanda, tarih öğretimine gelince, “öğretmen olma”yı, sadece bakanlığın önlerine koyduğu müfredatı harfiyen uygulamak olduğunu zanneden papağan öğretmenlerimizle ancak bu kadar olabilir.

Bir yanda kendi tarihini, kültürünü bilmeyen, merak etmeyen diplomalı/diplomasız cahiller ordusu, öte yanda işi olduğu halde anadilinde yazı yazmasını dahi bilmeyen öğretmen, öğretim üyesi, gazetecisi ile bu ülke doğrusu iyi ayakta duruyor. Batılılaşmayı sadece şekil boyutunda algılayan, entelektüel birikimlerini geliştirip artırma yönünde zerre kadar çabaları olmayan bu cahiller ordusunun, uluslar arası sahada beş paralık kıymeti yoktur. Bu insanlar, ancak sahip oldukları makam ve işgal ettikleri koltukların dokunulmazlığı arkasına sığınıp caka satabilirler. Günü gelip, o makam ve koltuklar gidince de çırıl çıplak ortada kalıveriyorlar ki bir insanın ömründe yaşayabileceği en acı tecrübe bu olsa gerektir. Çetin Altan hep sorar;“önemli olmak mı”, “değerli olmak mı” diye… Bizim gibi toplumlarda, yanına yaklaşamayacağın, geçtiği yollar baştan yapılan, boyanan, arabasının kapısı açılan “önemli adam” ne kadar çoksa, evrensel düzeyde ürün vermiş, elinden iş gelen, entelektüel birikimli, “değerli adam” da o denli azdır. Belki de az değil ama “önemli adamlar”ın yetkilerini “değerli adamlar” aleyhine kullanmalarından veya ayak oyunlarından ortaya çıkamamaktadırlar.

Toplantı’da aksaklık, eleştirilecek yan yok muydu? Vardı. Vardı ama ortada tamamen gönüllü olarak yapılan olağanüstü bir iş de vardı. Bunca emeğe karşılık bu kentin en sade vatandaşından en üst düzey yönetim kadrosuna kadar ilgisizlik öylesine had safhada ki diğer şeylerin üstünü kapatıyor. İlk açılış oturumuna katıl, sonra görünmez ol. Özellikle meslek odaları, dernekler, sendikalar, belediyeler, spor kulüpleri gibi kurumların seçilmişleri için söylüyorum: Söylediğiniz her sözün güvenilirliği tartışılır.

Toplantıya katılan tek milletvekili Fazlı Erdoğan idi. O da “Zonguldak halkının milletvekili” değil de, “iktidar partisi milletvekili” ağzıyla hükümet politikalarını öven bir konuşma yapıp gitti. Köksal Toptan oğlunun düğünü, Polat Türkmen işlerinin yoğunluğu nedeniyle gelemeyeceğini bildiren mesajlar göndermişler. Doğum yeri hanesinde Zonguldak yazan sadece iki milletvekilimiz var. Harun Akın ve Nadir Saraç ama onlardan ses yok. Vatandaş olarak vekillerimize sorma hakkımız var: “Niçin gelmediniz ya da hiç değilse bir mesaj göndermediniz?”

Zonguldak üzerine, devlet destekli kitap yazmış olan İl Kültür ve Turizm Müdürü de salona Fazlı Erdoğan ile girdi ve çıktı. Sonra da hiç uğramadı. Hatta Osman Zeki Oral için kendi adına hazırlanmış olan plaketini vermeye de gelmedi.

Toplantı sonundaki forumda; önceki belediye başkanı İsmail Eşref, Atatürk Kültür Merkezi Binasını kente kazandıranlar arasında olduğunu, bu binanın Batı Karadeniz’de örnek bir bina olduğunu söyledi. Protokolün, giriş katındaki yani tiyatro veya konser izlemeye gelenlerin kullandığı tuvaletleri görmedikleri belli. Yabancı ülkelerde en ücra köşede gördüğüm en pis tuvaletler bile onun yanında binlerce kere daha temiz ve düzenlidir. Çektiğim fotoğraflarını bir ibret belgesi olarak saklayacağım.

Toplantıyı düzenleyenlere eleştirilerim saklı kalmak kaydıyla, benim gözümde Zonguldak sınavda iyi not alamamıştır.
(Gelecek hafta da aynı konuya devam edeceğim.)


ASLANLAR TARİH YAZACAK DEMİŞTİM

Tarih Toplantısının (Bienalin) Ardından
(Başlıktaki yazım hataları yazara aittir.)

Geçen hafta bu köşede aslanlar tarih yazacak demiştim. Öyle olunca da toplantılar boyunca aslanları takip ettim. Nitekim yüzüm kara çıkmadı!

Dr. Can Canver’in hazırladığı “Zonguldak ve Havalisinde Kuvayı Milliye” başlıklı sunumun ilk sayfasında aslanlar gözüme ilişti… Ve kanıtı sizlerle paylaşmak istedim (şekilde bakınız)… Orada iki yandaki aslan kafalarının üstünde yazan “LIONS”, “aslanlar” demek… Arma, Lions International’a yani Uluslararası Aslanlar Kulubü’ne ait. Lions International’un ne olduğunu merak ediyorsanız, internette şu adrese bakabilirsiniz: (http://www.sabah.com.tr/ozel/lions913/dosya_913.html) Can Canver’e, bildirisinin baş sayfasına böyle bir simgeyi niçin koyduğunu, zaman darlığı nedeniyle orada soramadım.

Can beyin, sunumunda Zonguldak ve Ereğli’yi işgal eden Fransız askerlerden ölenler için şehit demesine, Ahmet Öğreten “dil sürçmesi herhalde” diyerek dikkat çekmiş; kendileri ise “Onlar da, onların şehitleri” diyerek yanıt vermişti. Can beyin bir hekim olduğu dikkate alınırsa insani bir yaklaşım olduğu düşünülebilir. Yoksa açıklanması zor!


“BENİ IRGALAMAZ”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hürriyet’te “kendisine mektup göndererek uyarıda bulunduğu” ifade edilen şahsı tanımadığını bildirerek, “Bir profesör kendisini şeyh ilan etmiş. Ne ilan ederse etsin, bu beni ırgalamaz. Ben işime bakıyorum” demiş.

Ne yüksek bir entelektüel seviye! Bir Kasımpaşalı çıkıp, buna “Helal sana koçum!” diye cevap vermiştir mutlaka.

NOT
Bu yazı, 15 Kasım 2005’de Zonguldak’ta çıkan yerel Halkın Sesi gazetesinde yayınlanmıştır.