Ağustos 1999’da, Amasra’da Fatih’in “Lala! Lala! Çeşm-i Cihan bura m’ola?” dediği yer olarak rivayet edilen tepeden seyretmiş, filmini ve fotoğraflarını çekmiştim. O zaman tam tutulmayı görebilmiştik. Her 18 ayda bir tutulsa da pek çok insana yaşamı boyunca bir kere görmek bile nasip olmayabiliyor. Yedi yıl önce tam, şimdi de kısmi tutulmayı gördük. Kendi adıma sevindiğim bir olay. Çok düzenli bir takipçisi olmasam da her türlü gök olayı ilgimi çeker. Çocukluğumda köyde, evimizin karşısındaki mezarlığın bir köşesinde çim alana uzanır, beyaz bulutların üstünde var olduğunu sandığım canlıları düşünürdüm. Evdeki sohbetlerde “Yedi kat yerler, yedi kat gökler” denirdi. Anlamını tam bilemesem de yeryüzünün altında ve üstünde, aynısından yedişer tane daha var gibi gelirdi bana.
Bulutlara çıkabilsem oradakilerle karşılaşacağımı düşünüyordum ama toprağı delsem, aşağıdakilerle nasıl buluşacağıma bir türlü akıl erdiremiyordum. Mademki aşağıda buna benzer bir yer vardı; o zaman burada açtığım delik alttaki yerin gökyüzüne açılmalıydı. Ben de buradan inmeye kalksam, oradaki yere gökten düşmem gerekirdi. İşte aklım burada karışıyordu. Daha ilkokula bile başlamamıştım, ya da birinci sınıfta falandım… O yaştaki Mustafa’nın çocukluğuna verelim.
1996’da Japonya’da bir ilköğretim okulu bahçesinde düzenlenen Gökyüzü Gözlem Şenliğine katılmıştım. Bahçeye kurulan, büyük sayılabilecek teleskoplarla yıldız kümelerini, gezegenleri yakından görme şansım oldu. O minik bakaçtan (vizörden) Satürn’ün halkasını gördüğümde duyduğum heyecanı ifade etmem zor. Sonra Tübitak’ın Antalya Beydağları’ndaki Gözlemevi’nde, Ekim 1998’de düzenlediği 1. Gökyüzü Gözlem Şenliği’ne katılmıştım. Tübitak’ın gelenekselleştirdiği bu etkinliğe herkesin katılmasını dilerim. Ayrıca Tübitak Bilim ve Teknik Dergisi her ay gök haritası veriyor, göktaşı yağmurlarının tarihi önceden bildiriyor. Çıkın şehir dışına, ışıksız bir yere “yıldız kayması” izleyin.
İnsanoğlu bugün gök cisimlerinin hareketlerini büyük bir doğrulukta önceden saptayabiliyor. Uzayın derinliklerine araç gönderiyor, dünyadan doğru onları yönlendiriyor. İnanılmaz bir teknoloji ve bilgi birikimi. Bunları düşündükçe binlerce yıl önceki insanların gök olayları karşısında duyduğu korkuyu ve bu korkunun aslında ne kadar temelsiz olduğunu düşünürüm. Gerçi hala benzer korkuları yaşayan, batıl inançlı insanlar dünyanın her yerinde var. “İnsan”ın gelişimi evrimleşmesi kolay bir süreç değil. Binlerce yıl gerektiriyor.
Güneş tutulmasının olduğu gün ve saatte dersim vardı. Öğrenciler izin istedi. Gözlerindeki heyecan, dersten kaytarmak amacında olmadıklarını, gerçekten merak ettiklerini gösteriyordu. Seçmeli derste zaten az öğrenci olduğu için tamam dedim. Tabii ben de peşlerinden bahçeye indim. Onların heyecanını paylaşmak güzeldi. Bu arada bazı öğrencilerde deprem olursa korkusu, bazılarında “sonraki 50 yıl sonra olacakmış” yanlış bilgisi olduğunu gözlemledim. Okumayan, haber bile dinlemeyen bir toplumun çocukları olduklarını düşününce onlara kızmak anlamsız. Konunun uzmanları, güneş tutulması ile deprem olma ihtimali arasında kanıtlanmış bir ilişki yok dedikçe, bazıları illa tersini duymak istiyor. Bu da, bir sıvı (magma) üzerinde yüzen yerkabuğunu hayal edememekten kaynaklanıyor sanırım. Deprem yerkabuğunda her gün olan, aslında sıradan bir olaydır. Bunu sıra dışı yapan, bazı toplumların hala bilimsel bilgiye inat, fay hatları üzerinde kuralsız inşaat yapmaları ve cehaletinden memnunmuş gibi yaşamalarıdır.
Yaşamı ve evreni kavrayıp mutlu olmak için gök olayları ya da başka bir bilim dalı ile ilgilenmek insana iyi geliyor. Özellikle yöneticiler ve kanaat önderi durumunda olanlar bunu mutlaka yapmalılar. Yoksa ateiste, komüniste, İngiliz’e, Yahudi’ye çatar durur; kaymakam da olsanız, zengin işadamı da olsanız mutsuzluk içinde yaşayıp gidersiniz. Bir gece, bir dağ başında durdurun arabanızı, söndürün tüm ışıkları, kafanızı gökyüzüne kaldırıp bakınız: Evrende dünyayı, dünyada Türkiye’yi, Türkiye’de, Zonguldak’ı, Zonguldak’ta konumunuzu düşünün… Milyarlarca yıldızın altında, konumunuzun önemi ve bu önemden kaynaklanan üzerinizdeki baskı azalacak ve özgürleşip mutlu olacaksınız. Başrolünü Şener Şen’in oynadığı Züğürt Ağa filmini izleyenler, son sahnede, Ağa’nın ancak ağalık kisvesini attıktan sonra rahatlayıp mutlu olduğunu gördüler. Sıra sizde…
ZKÜ Makine Mühendisliği Bölümü öğrencileri kaynak maskeleri ve camları ile güneş tutulmasını izliyor, cep telefonları ile video kaydı yapıyor (Foto: M. Eyriboyun).
Ohları Yaylası
Çaycuma Belediyesi Türk Halk Müziği Topluluğu 30 Mart 2006, Perşembe günü ZKÜ’de konser verdi. Türkülerden biri Mehmet Paşakahyaoğlu’nun yakıp söylediği “Ohları Yaylası” idi. Dibindeki bir köyde (Akçahatipler-Camili Mahalle) doğup büyüdüğüm Ohları Yaylası… Odun taşıma yaşına gelip de yaylaya çıkıncaya kadar orayı dünyanın sınırı zannederdim. Evimizin yapıldığı kereste, yaktığımız odun, değirmeni çeviren su o yayladan gelirdi. Köyümüz, “gitmesek de görmesek de, o köy bizim köyümüz” denildiği için olsa gerek; bazıları tarafından “gidilmemiş, görülmemiş” bir köydü! Yirmiüç yıl öncesine kadar elektriksiz, yolsuz, susuz, yoksul ve cahil bir köy idi. Şimdi elektrikli, yollu ve yine cahil bir köy. Yoksulluk ise genç nüfusu başka diyarlara göçe zorlamış. Konser mi? Oldukça eğlenceliydi ve girişinin ücretsiz olması dışında her şeyi ile profesyonel bir konser idi. Her yaştan ve meslekten elemanı olan toplulukta sazlar, koro, sololar, sunucu, şef hepsi profesyoneldi. Pek çok toplumsal sorununa rağmen, nüfusu da dikkate alınınca Çaycuma için büyük başarı. Emeği geçenleri kutluyoruz.