Kentimizde şehir içi yollar yenileniyor. Sevindirici bir durum. Kenarlara yeni sınır taşları da (bordür) konulduğuna göre sanırım yaya kaldırımları da yenilenecek. İşin, beni en çok ilgilendiren kısmı bu. Epeydir yazmayı düşündüğüm hatta gazetede yazmaktan ziyade, bir rapor halinde belediye başkanlarına sunmayı düşündüğüm bir konu idi. “Kentli Hakları” ve “Yaya Hakları”. Bu hafta yaya haklarından bahsedeceğim.
Düzenli yürümenin sağlığımıza olumlu etkileri tartışılmaz bir gerçektir. Yürümek için yaya yoluna ihtiyaç var. Spor olsun diye futbol sahası çevresinde tur atanlar, spor giysileri içinde sahil boyunca yürüyenler olabilir. Kastettiğim bu değil. Kastettiğim, örneğin iş için çarşıya giderken yürümek. Şehirde bir yerden başka bir yere yürüyerek gidip gelmek. Böylece hem yürümüş oluruz, hem gereksiz yere akaryakıt harcanmamış olur. Daha da önemlisi insan insana ilişki kurulmuş olur. Ancak bizim caddelerimizde yaya olmak hem riskli, hem sinir bozucu. Dolayısıyla yol kenarlarında yürümenin sağlığa fayda yerine zarar getirme ihtimali yüksek. Yaya kaldırımları derseniz; 1) hiç yok, 2) var ama taşıtların ya da dükkanların işgali altında, 3) delik deşik, 4) ya çok dar ya da üzerine yerleştirilen elektrik direkleri, çöp bidonu, telefon kutuları vs. ile iyice daraltılmış. Kenar mahalle yollarında hiç yaya kaldırımı yok. Merkezde de yukarıda saydığım dört olumsuzluk birden mevcut. Kaldırımların yüksekliği ise bir başka problem.
Fotoğrafta, Kanada’nın Hamilton şehrinde yayaları karşıya geçmek için beklerken görüyoruz. Yaya kaldırımı yüksekliği yaklaşık on santimetre kadar. Yaya kaldırımından, yaya geçidine geçişlerde kot farkı yok. Dolayısıyla ayağınız takılmadan karşıdan karşıya geçebiliyorsunuz. Ayrıca bisikletliler, bebek arabası ile gezenler, patenle kayanlar da yolu çok rahat geçebiliyorlar. Orada şehri bir uçtan öbür uca yaya kaldırımında yürüyebilirsiniz ve bu kaldırımlarda asla bir engelle karşılaşmazsınız. Bizdeki kaldırımların yüksekliği otuz santimden fazla gibi. Orta yaşlı biri için bile yüksek. Yol ile kaldırım arasındaki rampalar ise adının hakkını veren cinsten. Hakikaten “rampa” yani… Tüm şehir içi yollar özellikle yaşılar ve çocuklar için katlanılmaz bir eziyet kaynağı. Vakti zamanındaki yöneticilerin dar ufuklu olmalarının sonucuna katlanıyoruz. Mevcut kentlerimizdeki durum yakın gelecekte değişecek gibi görünmüyor. Yapılan değişiklikler de AB zorlamasıyla oluyor.
Yollar ve kaldırımlar yeniden yapılırken hiç değilse belli standartlar dikkate alınsa. Ancak Zonguldak o bakımdan çözümsüz gibi görünüyor. Mevcut yollar çok dar. Kamulaştırma kendi başına bir paradoks. Otopark için yeterli alan olmadığından araçlar yol kenarında veya yaya kaldırımlarını işgal etmiş durumda. Buna rağmen örneğin, Sendika mahallesinde dolmuş yolunun iki yanındaki müstakil evler yıkılıp yerlerine yirmi, otuz daireli apartmanlar dikiliyor. Bu binaların bir ikisi hariç altında otopark yok.
Bu koşullar altında özellikle ilköğretime giden çocuklar ve yaşlılar olmak üzere bütün yayalar insanlık dışı bir günlük yaşam sürmek zorunda kalıyorlar.
Son yıllarda sıkça konuşulan “yaya hakları”; genelde Türkiye’de, özelde kentimiz Zonguldak’ta kelimenin tam anlamı ile “yaya kalıyor”. Henüz insan haklarını sindirememiş bir toplumda yaya hakkı biraz lüks kalıyor galiba. Ama olsun. Bir araçlık otoparkı dahi olmayan “lüks apartman”ların olduğu yerde, bizim de o kadar lüksümüz olsun değil mi ya!
Gürültü konusunda olduğu gibi trafiğin yaya olarak üzerimizdeki olumsuz etkilerini de farkedemiyoruz. Bütün bunlara işsizlik, yoksulluk ve cehalet eklenince; ortaya toplumsal cinnet hali çıkıyor. Bu kadar asabi, şaşkın ve dağınık olmamızın, sakin kafa ile hiç bir sorunu düşünemeyişimizin arka planında neler olduğunun farkında bile değiliz. Nedenlerini başka yerlerde arayıp ve belki de gereksiz yere birbirimize giriyoruz. Ne yapmalı?
Trafikte zemin kat yayalarındır. Yayalar alt ve üst geçitlerden geçmeye zorlanamazlar. Konuya insan öncelikli bakarsak, kentler, yollar, yaya kaldırımları ve geçitleri önce insan (yaya) içindir. Taşıtlar sonra gelir. Gıpta ederek baktığımız ülkelerde bir yaya, yaya geçidine döndüğünde, trafik ışığı olsun olmasın, sürücüler durup yol veriyorlar, vermek zorundalar. Bizde, sürücüler kırmızı ışıkta dahi durmayıp geçebiliyor. Bu da bizde sürekli bir tedirginlik hali oluşturuyor. Ya da tersine her şeye karşı bir vurdumduymazlık başlıyor. Gittikçe bu hal kişiliğimiz haline geliyor. Ancak bütün bunlar aşılmayacak sorunlar değildir. Sigara yasağı nasıl tuttuysa “yaya hakları” da tutar. Toplumun alt yapısı buna uygun. Yeter ki kurallar herkese eşit uygulansın. Yeter ki, “adalet (gerçekten) mülkün temeli” olsun. Gerisi kolay.
Zonguldak Belediyemizin yeni yol yapılanmasında, yayaları da araçlar kadar dikkate alacağına inanıyorum. Çünkü çağ bunu gerektiriyor.
Hüseyin Şeker’e yanıt (6 Eylül 2005 tarihli, Halkın Sesi gazetesinde Okuyucu Mektubu’na atfen)
Saygıdeğer Hüseyin Şeker bey, yanıtınıza çok memnun oldum. Hilafet ve halife hakkındaki fikirlerinize katılmıyorum ancak çağımızın demokrasi ve insan hakları anlayışı sayesinde bunları tartışabiliyor olmaktan dolayı mutluyum. Geçen hafta İstanbul’daki eylemlerde gördük ki, hilafet isteyenler aynı zamanda şeriat da istiyorlar. Şeriat olsa tartışabilir miydik, merak ediyorum. Geniş cevap yazmak isterdim ancak son yıllarda insanlarımız bu tür tartışmaları polemik sayıp sıkıcı buluyorlar. Oysa bu tartışmalar, aramızda gerçekleştiği gibi, medeni ölçüler içinde kalmak kaydıyla, aydınlanmak için ne güzel araçtır. Tartışmak için özellikle kurulmuş elektronik tartışma gruplarında dahi fikir ayrılıklarına tahammül edilmediğini gözlüyorum. Sanırım insanlarımız televizyonlardaki dedikodu programlarını izlemekten yoruluyorlar ve fikir münazaralarını kaldıramıyorlar.
Mektubunuzda Harun Ersoy bey için kullandığınız “Şehr-i Muharrir = Meşhur Yazar” deyimini okur okumaz Meşhur Komedyen (Şehr-i Komik) İsmail Dümbüllü’yü hatırladım. Hem İsmail Dümbüllü’yü anmış olalım hem bu deyimi bilmeyen gençlere açıklayalım diyerek yazmayı uygun gördüm.
Küçük bir düzeltme ile son vereyim: Sayın Harun Ersoy’un, sizin mektubuzu yayınladığı gazete Arayış değil, Yeni Adım olacaktı. Gün gelir meraklısı çıkarsa, yanlış gazeteyi aramasın diye belirteyim dedim.Mustafa Eyriboyun