Son günlerde çok konuşulan konulardan biri: “kimlik”. Alt kimlik, üst kimlik, etnik kimlik, dini kimlik tartışması; üniter devlete de gönderme yapılarak kıyasıya devam ediyor. Öte yanda bir haber hiç kimseyi şaşırtmışa benzemiyor: Kapıkule sınır kapısındaki rüşvet, cinsel taciz ve cinsel ilişkiye ait video kayıtları ile 45’i gümrükçü, 19’u polis 64 kişinin tutuklanması. Bu şaşırmamanın nedeni, böyle işlerin artık kanıksanmayacak kadar sıradanlaştığının bir işareti mi acaba? Bir zamanlar Kapıkule’de çalışabilmek için Rakım 41’de çalışabilir diye doktor raporları alındığı da yazılıp-çiziliyordu. Rüşvet almanın ve vermenin sıradanlaştığı ortamlarda, tartışılması gereken asıl konu “kişilik” olmalıdır.
Başka ülkelere göç edenler dinini ve hatta milliyetini değiştirse de etnik veya dinsel kimlik insanın elinde olan, bilinçli tercihi ile edindiği şeyler değildir. Müslüman Türk bir ailenin çocuğu olarak doğarsanız, Müslüman Türk; Musevi Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğarsanız Musevi Yahudi olursunuz. Hangi dil, din veya ırktan olursak olalım, doğuştan edindiğimiz kimliklerimiz dışında bir de sonradan edindiğimiz kişiliğimiz var ki bizi insan yapan esas unsur budur. Uzmanlar, kişiliğin oluşma sürecinin ilk üç bilemediniz altı yaşına kadar tamamlandığını söylüyorlar.
Her etnik veya dinsel kimliğin içinde dürüst olan insan da vardır, olmayan insan da. Bu kimlikler insanın niteliği ile ilgili bilgi içermezler. Dürüst olup olmadığımız sonradan edindiğimiz kişiliğimize bağlıdır. Uluslar arası yolculuk yapan Türkler, yabancı ülke havaalanlarında kaçakçı muamelesi gördüğünden yakınıp dururlar. Bir başka ülkenin vatandaşına uygulanmayan bazı işlemler size uygulanır. Örneğin o ülkeye kaçak bir mal, uyuşturucu vs. sokup sokmadığınız gerekçesiyle çantanız didik didik aranır. Türkiye’deki unvanınız, paranızdan gelen ayrıcalıklı vatandaş cakanız, orada genellikle işe yaramaz.. Çünkü dünyada Türk deyince üçkağıtçı akla gelir olmuş. Bu durum ülkemizin dürüst insanları için son derece onur kırıcıdır.
Peki niçin böyle? Uluslararası arenada, şahıs olarak kişiliğinizin bilinip size ona göre davranılması mümkün değildir. Dolayısıyla kimliğinize, pasaportunuza bakıyorlar. Sizinle aynı kimliği, pasaportu taşıyan ancak kişiliği gelişmemiş, ne yaptığının bilincinde olmayan, kurnazlığı akıllılık zanneden bazı zavallı kişilerin hafızalarda oluşturduğu görüntü herkese yansıtılıyor ve bunun sıkıntısını bütün toplum olarak ödüyoruz.
Birkaç insanın yanlış davranışının tüm toplumu etkilemesi tabii ki haksızlıktır ancak sonuçta bu da bir insan davranışıdır. Tanıştığı bir kişiye bakarak, hiç bilmediği bir ilin, bir yörenin insanları için “ordan adam çıkmaz” diyenlerimiz çoktur (ki bu da ayrı bir kişilik problemidir). Uluslararası ilişkilerde de maalesef Türkiye için benzer bir durum söz konusudur. Dolayısıyla hepimize düşen görev önce kişiliğimizi geliştirmek için gerekli eğitim altyapısını sağlamlaştırmaktır. Aile içinden başlayarak üniversite son sınıfa kadar eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılması şarttır. Test çözmeyi eğitim olarak algılama yanlışından derhal vazgeçilmelidir. Kişilikli, insana ve doğaya saygılı, kendi özgürlük alanını bilen ve talep eden ancak kendi özgürlük sınırının bir başkasının özgürlük sınırına kadar olduğunun bilicinde olan insanlar yetiştirmek zorundayız.
Geçenlerde bir televizyon programında, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, insanlarımızın evde başka, sokakta başka; yaya olarak başka, sürücü olarak başka; garip, çelişkili ve bazen anlaşılmaz davranışlarının nedeni olarak; “benim kültürüm hasta” diyordu. Bana göre Cumhuriyet’le başlayan aydınlanma hareketinin önemli bir aşaması olan Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla başlayan geri gidiş ve yozlaşma süreci bugün doruk noktasına gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da toplum her yönüyle dibe vurmuştur. Uyuşturucu kullanma yaşı 12-13’e, fuhuş sektörünün eline düşen çocuklarımızın yaşı ise 11-12’ye düşmüştür. Üretmeden tüketme alışkanlığı kazandırılmış gençlerimiz, suyunun nereden geldiğini merak etmedikleri değirmenin taşları arasında un ufak olmaktan kurtulamayacaklardır.
Kapıkule’de tutuklananların hepsinde TC Kimliği var. Muhtemelen hepsinin Nüfus Cüzdanının Dini hanesinde İslam yazıyor. Hastanesinden, tapu dairesine, trafiğinden okul kayıtlarına, toplumda rüşvet ve adam kayırma olaylarının çok yaygın olduğu kanısı hakimdir. Ancak geniş kitlelerden ciddi bir karşı duruş da görülmemektedir. O halde toplum olarak önemli bir kişilik problemi ile karşı karşıyayız demektir.
Treni hepten kaçırmadan, kültürümüzü hastalıktan kurtarıp evrensel düzeye çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunun için doğuştan gelen ve değiştirilmesi elimizde olmayan kimliklerimizi değil, kişilik gibi sonradan kazandığımız ve geliştirilmesi elimizde olan özelliklerimizi tartışmamız gerektiği kanısındayım.
Olmayan Belediyecilik ve Vatandaşlık Bilinci
Birkaç gündür sabah okuluna giden öğrenciler, işine giden insanlar buz tutmuş yollarda, araçlardan kaçarak yürümeye çalışıyorlar. 2005 Ocak ayında misafirimiz olan Kanadalı arkadaşım, İstanbul ve Zonguldak’ta kar temizleme için yeterli donanım olmadığını söylüyor ve şaşırıyordu. Şubat ortasında Kanada’ya vardığımda onu daha iyi anladım. Arkadaşımın evi şehrin 20 km dışında, oranın köyü sayılan bir yerdeydi. Bir akşam kar yağmaya başladı ve gece yarısına doğru iyice kapattı. Arkadaş “Merak etme, sabah yollar açılmış olur. Bunun için vergi ödüyoruz” demişti. Nitekim sabah arkadaşın arabası ile üniversiteye giderken, yerdeki 15 santim kara rağmen bütün yollar açıktı. Hatta kampüste ve şehirde en ücra yollar ve yaya kaldırımları da temizlenmişti. Mahalle içlerinde, herkes evinin önündeki yaya kaldırımlarını kardan ve buzdan temizlemek zorundaymış. Diğer yerlerde ise belediye bunun için yükümlü. Yaya kaldırımları için özel, dar dingilli kar temizleme araçları vardı. Ola ki biri buzda kayıp düşer de başına bir şey gelirse; yerine göre, belediyeden veya o yerin ait olduğu bina sahibinden tazminat talep edebilirmiş. Bizde ne belediye bunun farkında, ne vatandaş… Nitekim geçen hafta haberlerde duydum; iki kişi kayıp başını betona çarparak canından olmuş. Bizim böyle durumlarda cevabımız hazırdır: bir yerini kırana “Gözün kör müydü, buza basmasaydın”, ölene: “ne yapalım, vadesi dolmuş”!