Skip to main content

TESKON 2005

Depremlerden ders almadığımızı yazıyor gazeteler…
Yılda ortalama 5000 (beşbin) kişi trafik kazasında ölüyor.
Ders alıyor muyuz?
Canımızı yakmış, yaşayıp da ders aldığımız olaylar var mı?

Hiç düşündünüz mü? Oturduğunuz ev bir apartman dairesi ise ve yangın çıksa, kaçış planınız nedir? Hiç tatbikat yaptınız mı? Evde hasta ve yürüyemeyen bir büyüğünüz ve/veya küçük çocuğunuz var ise onları nasıl tahliye edersiniz? Bu durum sadece apartmanlar için değil, dar ara sokaklarda bulunan küçük konutlar ve nüfus yoğun, kat yüksekliği fazla okullar için de geçerlidir. Bir ilköğretim okulunda çocukları bırakın, öğretmenler yangın anında ne yapacaklarını biliyorlar mı? Hastane ve otel gibi yoğun insan bulunduran yerlerde bilgili ve bilinçli görevliler var mı?

Gelişmiş ülkelerde okul, otel vs. binaların her yanında yangın kaçış merdivenleri ve yönlendirici işaretler, her odada kaçış yolları krokisi verilmiştir. Belirli aralıklarla yangın alarmları çalınır. Böylece herkesin zihninde yangın olayı ve yangın halinde kaçacağı yolların krokisi canlı tutulmaya çalışılır. Bir yangın halinde kişi de ne yapacağını bilir ve panik olmadan kaçmaya çalışır.

Gece yarısı başka bir dairede musluk açılınca oluşan gürültüden uykunuz kaçıyor mu?
Yazın caddede yürürken, pırıl pırıl güneş altında, başınıza damlayan suyun nereden geldiğini biliyor musunuz?

Evinize dolan kanalizasyon kokusunun, banyonuzdaki basit bir yer süzgecinin kuralına uygun imal edilmemesinden ya da banyo küvetleri, duş yalakları veya lavabo altlarındaki sifonların uygun olmamasından kaynaklandığını biliyor muydunuz?

Hepsi de “Lüx Daire!” diye satılan ve tesisatları vasat bile olamayan dairelere on milyarlar veren insanlarımız, biraz da öğrenmek için üç kuruş harcasalar… İnsanlarımız, hayatı çok boyutlu kavrayıp hem kendileri hem içinde yaşadıkları çevreyi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak için çaba gösterseler…

Kentimizde sabahları beyaz renkli arabaların üzerine bakıp, başımıza yağan kurumu gördünüz mü hiç? Tabii ki bu kurum aynen ciğerlerimize de giriyor. Kirli havanın ölümlere yol açtığını, kurumun (isin) kanser yaptığını biliyor musunuz?

Eminim hepsini biliyorsunuz ama “ne çare, elimizden ne gelir” diyorsunuzdur.

Kent Tarihi Bienali’nden (toplantısı) sonra geçen hafta da TMMOB Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesince 7.si düzenlenen “Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi/TESKON 2005”e katılmak üzere İzmir’de idim.

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi dahil, 25 üniversite ile 5 meslek örgütünün desteklediği ve 4 gün süren Kongrede 40 bildiri sunuldu, 2 seminer, 3 kurs ve 2 panel düzenlendi. Panellerden birisi “AB Müzakere Süreçlerinde Tesisat Mühendisliğinin Durumu” idi. Yöneten dışında panele konuşmacı olarak katılan dört kişiden biri Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nden Celalettin KIRBAŞ, biri de Türk Standartları Enstitüsü’nden Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş BORAN idi. Her iki konuşmacının hazırlamış olduğu sunumlar basitliği ve konu ile ilgisi olmayışı nedeniyle kuliste çok eleştiri aldı. Devlet kurumlarını temsil eden kişilerin verilen konudan bu kadar uzak olmaları, hatta konu ile hiç ilgisi olamayan alanlarda sığ konuşmalar yapması beni de rahatsız etti.

Yasa, yönetmelik, standart hazırlamakta Meclis’e yardım edecek bu kurumlar ve bu kurumlarda çalışan bürokrat ve teknokratlar böyle olunca tesisatlarımız da bu kadar oluyor.

Şehirler arası yolcu obüslerinin mola verdiği yerlerdeki tuvaletlerin son 20 yıl içindeki değişimin düşünürsek, tesisatın günlük yaşamımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu ve tesisatın, uygarlığın doğrudan bir göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.

Öğrenilmiş Çaresizlik

İzmir’e gidiş ve dönüşümde yolculuk ayrı bir alem. Dönüşte gündüz yolculuğu yaptım. Otobüsün şoförü defalarca kırmızı ışıkta geçti, defalarca sollama yasağını çiğnedi. İzmir’den Zonguldak’a kadar 12 saatlik yolu tek bir şoför ve tek bir muavin ile geldik. Bu ülkede çalışma süresi kaç saat, çalışma yasaları ve trafik yasası bu işe ne der? Otogar giriş-çıkışındaki görevliler sadece belediyelerin tahsilat memuru mudur?

Pazar akşamı eve döndüğümde duyduğum ilk haber Sakarya – İstanbul arasında trafik kazasında 3 ölü olduğu idi. Biten üç hayat ve geride kalanların acısı… Neyse ki biz (bu sefer de) yolu kazasız bitirdik.

“Eee, sen de şoförü ikaz etseydin!” diyebilirsiniz. Daha önce başka güzergahlarda birkaç kez denediğim ama her seferinde şoförlerin küstahça saldırılarına maruz kalmanın ve bu esnada bir tek yolcunun bile bana destek çıkmadığının tecrübesiyle susmayı tercih ettim. Bu bir anlamda “şoför bey sen bizi öldürme yetkisine sahipsin, nasıl biliyorsan öyle yap” demek oluyor. Belki diğer kişiler de riskin farkında ama susuyorlar. Niçin bu tepkisizlik.

Niçin lüx! dairelerde tesisat gürültüsünden geçilmiyor. Niçin her gün 15-20 kişinin öldüğü trafik kazalarının, kaza değil cinayet olduğunu haykıramıyoruz.

Bence, bütün bunların nedeni “öğrenilmiş çaresizlik”. Bunun ne olduğunu haftaya tartışmak üzere…

NOT
Bu yazı, 29 Kasım 2005’de Zonguldak’ta çıkan yerel Halkın Sesi gazetesinde yayınlanmıştır.