Geçen hafta İzmir’den Zonguldak’a kadar tek bir şoför ile gelen otobüsten bahsetmiştim. Otogardan otogara tam 12 saat süren bir yolculukta, yolcuların ve görevlilerin can güvenliği için, yasal olarak 6 saatten sonra (yanılmıyorsam) sürücünün değişmesi gerekiyor. Peki değişmiyorsa ne yapmalı. Şikayet etmeli. Neden şikayetçi olmadığımızı da “öğrenilmiş çaresizlik” kavramıyla açıklanabileceğini yazmıştım. Ücreti karşılığı, profesyonel bir hizmet satın alırken dahi hakkımızı arayamamamızın nedeni nedir? Geçen haftaki yazımı okuyan başta Cumhuriyet Savcıları olmak üzere, emniyet yetkilileri, ilgili meslek odaları, dernekler ve şirket yönetimi durum hakkında herhangi bir işlem yapmışlar mıdır? Sanmıyorum. Bu toplumsal yapımız, çaresizliği beyinlerimize kazıyor ve sonuçta çoğumuz çaresizliği öğrenmiş ve tabii ki depresif bireyler olup çıkıyoruz.
“Öğrenilmiş çaresizlik” nedir? Konu ile ilgili ilk deneyler, Pennsylvania Üniversitesinde 1967 yılında köpekler üzerinde yapılmıştır. Sonra kediler, balıklar ve fareler üzerinde de denemeler yapılmış ve hemen hemen aynı sonuçlar alınmıştır. Daha sonra da insanlar üzerinde denemeler yapıldığında da benzer sonuçlara varılmış ve insanlarla ilgili deneyler çok boyutlu olarak sürdürülmüştür. Deneylerin detayları yüzlerce sayfa tutmaktadır. Burada özetleyerek, kısaca açıklamaya çalışacağım.
Yapılan ilk deneylerde; birinci grup kaçma grubu, ikinci grup bağlı grubu (çaresiz grubu) ve üçüncüsü kontrol grubu olmak üzere üç farklı köpek grubu oluşturulmuştur. Bu gruplar iki aşamalı deneye tabi tutulmuşlardır. İlk aşamada birinci gruptaki köpeklere bir kutu içinde kaçabilecekleri elektrik şoku verilmiş, kutu içindeki bir pedala bastıklarında ise elektrik şoku kesilmiştir. Bu gruptaki köpeklere şokun geleceğini önceden belirten herhangi bir ayırdedici uyarıcı verilmeksizin 64 şok verilmiş ve köpekler bir kaç tekrardan sonra pedala basarak şoku durdurmayı öğrenmişlerdir.
Deneye katılan ikinci gruptaki köpeklere yani çaresiz grubuna ise birinci gruptaki köpeklerle aynı özellik ve sayıda şok verilmiş, ancak deney ortamı bu gruptaki köpeklerin elektrik şokunu kesemeyeceği biçimde düzenlenmiştir. Deneye katılan üçüncü grup köpeklere deneyin birinci aşamasında hiç bir işlem uygulanmamıştır.
Deneyin ikinci aşamasında, üç gruptan köpekler kaçma-kaçınma eğitimine tabi tutulmuşlardır. İki bölmeli bir kutuya konulan köpeklere elektrik şokundan bir dakika önce ayırdedici uyarıcı olarak ışık verilmekte ve kutunun elektrik şoku olan bölümünden güvenli bölümüne geçen köpekler şoktan kurtulmaktadır.
Kaçma ve kontrol gruplarının aksine, çaresizlik grubundaki köpeklerin kaçmak için çaba göstermedikleri gözlenmiştir. Ayrıca bu gruptaki köpekler şoku kesmek için herhangi bir başarılı davranış gösterememişler ve kutu içinde yatarak şokun gelmesini beklemişlerdir. Yani çaresizliği öğrenmiş ve çözüm arayışına gitmemişlerdir.
Bilim insanları, çaresiz gruptaki köpeklerin kutunun içinde hiç bir kaçma-kaçınma davranışı göstermeksizin elektrik şoku verilmesini beklemelerinin nedenini; köpeklerin kendi davranışlarıyla elektrik şokunun verilmesi arasında hiç bir ilişkinin bulunmadığını öğrenmelerine bağlamaktadırlar. Bir başka deyişle, gösterilecek hiç bir davranışın elektrik şokunu kontrol edemeyeceği konusundaki öğrenme, davranış ve davranışın sonucu arasında bir ilişki olmadığı konusunda geleceğe yönelik bir beklenti oluşturmakta ve bu beklenti yaşamın çeşitli yönlerine genellenerek çaresizlik davranışını ortaya çıkarmaktadır.
İşte böyle… İnsan, başına gelen olumsuzluklara karşı eylemlerinin, bu olumsuzlukları önlemede hiçbir işe yaramadığını görürse, sonuçta artık eylemde bulunmaktan vazgeçiyor. Bu durum değişik olaylarda tekrarlandığında ise insan ruhu örseleniyor. “Örseleyici bir olayla karşı karşıya kalan bir insan, eğer bu olayı davranışlarıyla kontrol edemiyorsa, kontrol etme çabaları, yerini belirgin bir çöküntü duygusuna bırakmaktadır. Bu durumun uzun süre devam etmesinde ise genel bir çökkünlük durumundan (depresyon) söz edilmektedir. Bu çökkünlük durumu duygusal bozukluk olarak nitelendirilmektedir.”
Türkiye’de insanların son yıllarda niçin bu kadar azgınlaştığının, hırsızlık başta olmak üzere suç oranlarının niçin bu kadar arttığının yanıtı da eğitimsiz, işsiz ve yoksul kesimin içinde bulunduğu çaresizlik haline bağlı olabilir. Adaletsizlik ve çaresizliğin ruhumuzda açtığı yaraların acısı, genel ahlak normlarına uymamanın sonucunda toplum dışına itilmenin acısını veya yasaların öngördüğü cezaların vereceği acıyı bastırıyor olsa gerek… Bu durum, toplum için son derece önemli bir soruna işaret etmektedir.
NOT: Yazının hazırlanmasında http://www.elbim.com.tr/htm/index.htm adresindeki ders notlarından yararlanılmıştır.
YAYA KALDIRIMLARI
Oturduğum mahallede, tamamlanmasını kaç aydır dört gözle beklediğim yaya kaldırımları nihayet yapıldı. İşitme Engelliler Okulu (Eski cezaevi) önünden Müftülük durağına kadar yol boyunca yaya kaldırımı yapıldı. Yolların bu kadar dar olduğu kentimiz için büyük başarı. Yaya olmayı tercih eden birisi olarak, kendi adıma Zonguldak Belediyesi’ne teşekkür ediyorum.
Ancak daha önce yazdığım gibi, birkaç ay sonra bu kaldırım taşları yerlerinden oynayıp paçalarımıza çamur sıçratmaya başlayacaklardır. Daha önce yapılmış kaldırımlar bunun kanıtıdır. Örnek isteyenler yağmurlu bir günde, Soğuksu’daki Telekom binasının önünden Kozlu Belediye Otobüsü durağına kadar yürüsünler lütfen.
Her şeye karşın, kaldırımların bir iki küçük alan hariç nispeten kesintisiz olarak yapılmış olması önemli bir adım. Şimdi sıra yaya kaldırımlarını dükkanlarının devamı zanneden bakkal, manav ve her türlü satıcının işgalinden kurtarmakta… Tabii bir de özellikle üniversiteye yaklaştıkça önem arzeden; kaldırımların kesintiye uğradığı yerlerin otoparktan da beter, yaya geçmesine izin vermeyecek şekilde, taşıt işgalini önlemekte… Bu konuda Belediye’nin atacağı her adımın, halktan geniş destek alacağına eminim.