Bu hafta çifte bayram haftası. Önce Cumhuriyet, ardından Ramazan Bayramı. Cumhuriyet, onu içine sindiremeyenlerin oranı son yıllarda artmış olsa da, artık bütün kurum ve kuralları ile toplum yaşamına yerleşmiştir.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde, olağanüstü koşullarda kazanılan Kurtuluş Savaşı aynı zamanda bir inancın zaferdir. Bu inanç, batılıların Anadolu’yu işgalinin haksız olduğu inancıdır. Ancak batılılar elde etmek istediklerini bir ölçüde almışlardır. Onların gözü öncelikle Ortadoğu’daki petrol bölgelerinde sonra da Ege ve Akdeniz bölgesinin verimli ovalarında idi. Osmanlıda ilk demiryolunun İzmir-Aydın arasında yapılmış olması bir tesadüf değildir. Çünkü o hat üzerinde hem ürünleri İngiltere’ye taşınabilecek verimli tarım arazileri, hem İngiliz mallarının satılabileceği, alım gücü yüksek yerleşim yerleri vardı. Bu arada unutmamak gerekir ki; bir başka gözde yer de Zonguldak idi. Çünkü burada taşkömürü vardı ve o yıllarda gemilerin ve trenlerin yürümesi, fabrikaların çalışması buhar gücüne yani kömüre bağımlıydı.
Osmanlı’yı içten çökertme planları çerçevesinde, yabancılar Osmanlı sınırları içinde kendi dillerini, kültürlerini yaymak ve propagandalarını yapmak üzere okullar açmışlardı. Bu okulların sayıları şöyledir: Amerikan Okulları: 131, Fransız Okulları:127, İngiliz Okulları: 60, Alman Okulları: 22, İtalyan Okulları: 22, Avusturya Okulları : 11, Rus Okulları: 7, İran Okulları: 4, Toplam: 384. (Kaynak: Gıyasettin Aytaş, Silahlı Kuvvetler Mızıka Hazırlama ve Sınıf Okul Komutanlığı 700. Yıl Bülteni, S. 1, Temmuz 1999.) Çünkü biliyorlar ki, bir toplumu çökertmenin, sömürgeleştirmenin en kolay ve ucuz yolu, eğitim-öğretim dilini yabancılaştırmaktır.
Cumhuriyet her konuda olduğu gibi eğitim-öğretim konusunda da kendi özgün kurumlarını yaratmıştır. Ülkenin her tarafına eşit dağılmış Köy Enstitüleri ve hemen her beldeye kadar inmiş Halkevleri bunun bir sonucudur. Bugün elinden iş gelen yaşlı kuşak o kurumlarda, o günün devrimci ruhuyla yetişmiş insanlardır. Toplumun bütün kesimleriyle hem kültürel hem ekonomik olarak paralel gelişip kalkınmasını hedefleyen köy enstitüleri, ne yazık ki 1950’den sonraki yıllarda ortadan kaldırılmıştır. Halkevleri ise sıradan birer derneğe dönüştürülerek işlevsiz hale getirilmiştir. Türkiye’de bugün, neredeyse İngilizce resmi eğitim-öğretim dili olacak hale geldik. İngilizce öğretmek değil, onu yaygın eğitim dili yapmak, o çarktan geçenlerin düşünebilme kabiliyetlerini budamakla eş anlamlıdır. Bunu kanıtlayan bilimsel deliller mevcuttur. Batılılar Lozan öncesi zorbalıkla yapamadıklarını; yıllar sonra işbirlikçileri aracılığıyla topluma yedire, yedire yapmışlardır. Bunu da hep milliyetçi-muhafazakar olduğu iddiasında olan iktidarlar marifetiyle yapmışlardır. Toplumun büyük çoğunluğu ise inanılmaz bir aymazlık içinde; pembe diziler, futbol, televole, popstar, lotarya kültür-süzlüğü çukuruna düşmüş durumdadır. Hemen her yıl değişen eğitim politikaları ile toplum serseme çevrilmiş, kendi kültürü ve değerlerini unutma noktasına getirilmiştir. Bütün bunlara eş olarak uygulanan ekonomik politikaların sonucu ortaya çıkan işsizler ordusu, daha şimdiden potansiyel bir suçlu ordusuna dönüşme belirtileri göstermeye başlamıştır. Gelecekte bu durum daha vahim sonuçlara gebedir.
Her türlü insani değerden uzaklaşmış büyük kitleler, acil önlemler alınmazsa yakın gelecekte bu toplumun çöküşünü getirebilir. Malatya’daki Çocuk Yuvasında yaşanan olaylar çöküşe giden yolun başında olduğumuzu gösteren çok basit, ancak çok çarpıcı bir göstergedir. Tek bu olay dahi çok ciddi incelenmesi gereken, bir “örnek olay”dır. “Yaramazlık yaptı, poposuna şöyle bir dokundum” türünden vurmanın dahi hoş görülmediği çağdaş dünyada, böyle bir olay asla ve asla kabul edilemez. İki çocuğun kafa kafaya şiddetle vurulması, çocuk dövme değil; zavallı bir öfkenin, bir isyanın dışavurumudur. Bu noktada Psikiyatr Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın “Ancak sevilmişler sevebilir” sözü aklıma geliyor. Bu olayda dayak atan kişilerin de en az dayak attıkları çocuklar kadar devlet eliyle korunmaya muhtaç olduklarından hiç şüphem yok. Belli ki onlar da büyük bir sevgisizlik ve güvensizlik duygusu içindeler. Fakat bu güvensizlik ve sevgisizliğin önce insana, sonra sisteme ve onun kurumlarına karşı olma ihtimali yüksektir. Hukuk, sağlık ve eğitimdeki temel sorunlar çözülmedikçe, gelir dağılımındaki adaletsizlik düzelmedikçe, bu şahıslara hapis yada para cezası vermek hiçbir sorunu çözmeyecektir.
Maaş karşılığı çalışan birinin, maaşının nedeni olanlara bu davranışı çok iyi tahlil edilmelidir. Özellikle sistemin boşluklarından faydalanıp; gerek kayıt dışı ticaretle, gerek yasa dışı yollarla elde ettiği parayla, kendini her şeyin üstünde zanneden zorbaların bir kere daha “ben ne yapıyorum” diye düşünmesi gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, emperyalistlerin haksız işgaline karşı koyan bu toplum, kendi içindeki kan emicilere karşı koymasını da düşünebilir. Beraber, bir arada yaşamak istiyorsak, aklımızı başımıza toplamanın zamanı çoktan geldi ve hatta geçiyor.
Dini bayramlarda nedense daha bir sevinç havası kaplar(dı) her yanı… Ben de herkesin sevineceğini umduğum bir bilgi ile bu haftaki yazımı bitireyim: Bir hafta sonu, Cumartesi günü, bir Vakıf üniversitesinin açılış törenine katılan başbakan, YÖK ve devlet üniversitesi rektörlerine çatarcasına, “dünyada ilk beş yüze giren üniversitemiz yok” diyerek; çözüm üretmek yerine, şikayet yolunu seçmiştir. Oysa, Çin’deki Shanghai Jiao Tong Üniversitesi, Yüksek Eğitim Enstitüsü’nün, pek çok kriteri esas alarak yaptığı sıralamaya göre ülkemizden iki üniversite bu listede yer alıyor. Bu listenin duyurusu Ağustos ayı içinde elimize ulaşmıştır. Konuyu, gelecek haftalarda karşılaştırmalı olarak daha detaylı işleyeceğim. Listede, toplam nüfusu 2 milyara yaklaşan Müslüman ülkelerden, Türkiye’deki iki üniversite dışında hiçbir üniversite yoktur. 82 yıllık Cumhuriyet yönetimini beğenmeyip şeriat isteyenler, bu habere sevinir mi, üzülür mü bilemem. Bence bu durum, Cumhuriyetin getirdiği bilim ve çağdaşlık ortamının kıymetini anlamamıza yeter ve sevinmeliyiz diyorum… “Bayramlar”ınız kutlu ve mutlu olsun. (Bu yazı, 27 Ekim 2005 günü kaleme alınmıştır.)