Skip to main content

Zonguldak’ın Sahibi Kim?

Halâ feodal yapıdan kurtulamamış bölgelerimizde, köylerin sahibi olduğunu okuyoruz, biliyoruz da kentlerin sahibi olur mu? Varsa kimdir? “Kentler, Züğürt Ağa’nın Haraptar köyü müdür ki sahibi olsun” diyebilirsiniz. Burada kastettiğimiz tabii ki şehrin tapusunu elinde tutan bir kişi ya da kurum değildir. Bir kentte yaşayan herkes o kentin sahiplerinden biridir ancak bütün bu kişiler adına kenti temsil yetkisi ve iş yapma erki, o kentin belediyesine ve belediye meclisi desteğiyle belediye başkanlarına aittir. Dolayısıyla belediye başkanlarının oldukça ağır bir yük altında oldukları söylenebilir… Öte yandan, bir türlü memnun olmayan kitle karşısında başkan olmak; çok sağlam sinir yapısına sahip olmayı gerektirir.

13 Eylül 2005 tarihli “YOLLAR VE YAYA KALDIRIMLARI YENİLENİRKEN” başlıklı yazımda; kentiçi yolların asfaltlandığını, bunun sevindirici olduğunu yazmış ve “sanırım yaya kaldırımları da yenilecek” demiştim. Nitekim Devlet Hastanesi durağından Site’ye doğru ve Öğretmenevi’nden Müftülük’e inen yolun kenarında yaya kaldırımları yenilenmeye başlandı. Gerçekten güzel bir hizmet. Ancak bir vatandaş olarak rahatsız olduğum bir durum var. Bunu tek bir cümle ile anlatarak basit bir eleştiri yapmak yerine ayrıntılı bir eleştiriyi uygun görüyorum. Ayrıca eleştirim yalnız bugün başkanlık koltuğunda oturan kişiye değil, bütün geçmiş başkanlara, ve aslında tek tek bütün bireyleredir.

Zonguldak, altyapı çalışmaları bakımından zor bir kenttir. Zorluğun çeşitli nedenleri var:
1) Coğrafi yapı,
2) Kadastrosu olmayan bir kent oluşu,
3) Sahipsiz bir kent oluşu.

Coğrafi yapı, sonradan değiştirilebilecek bir şey değildir. Tabii ki günümüzde dev iş makinaları ile istenirse dağlar devrilebilir, tüneller açılabilir, barajlar yapılabilir. Yani istenirse coğrafi yapı bile değiştirilebilir, ancak bu söylendiği kadar kolay ve ucuz değildir.

1986 yılına kadar, fiilen olmasa da resmen, 1910 tarihli Tezkere-i Samiye’nin öngördüğü kömür havzası sınırları içindeki bütün arazi kamuya aitti. Buna rağmen yönetim boşluğundan ve kentin sahipsiz oluşundan; bütün Zonguldak derme çatma gecekondularla dolmuştur. Özellikle kömür ocaklarının bulunduğu Üzülmez, Kozlu, Kilimli, Çatalağzı ve Gelik gibi semtlerde; içinde tuvaleti dahi olmayan iç-içe iki oda, ev sayılmaktadır. Halimiz, Haraptar köyünden pek farklı değil yani. Şimdi, aralarından bir arabanın dahi zor geçtiği, yollarında yaya kaldırımlarının hiç olmadığı o binaları yapan kişileri suçlamak, çok kolaycı bir yaklaşım olur. Taa başından beri, vatandaşlarına sağlıklı bir altyapı sunmakla yükümlü kişi ve kurumlar üzerine düşeni yapmış olsalardı durum böyle mi olurdu.

Vatandaşlarımız da günlük çıkar peşinde koşmak yerine uzun vadeli düşünselerdi durum yine bu kadar kötü olmazdı sanıyorum. Doğaldır ki durumu benim kadar kötü görmeyen kişiler de vardır. Burada önemli olan beklentilerimizin düzeyidir. Belirleyici olan “Nasıl bir kentte yaşamak istiyorum” sorusuna verdiğimiz yanıttır. Ben kendi hayal ettiğim kenti burada yazmaya çalışıyorum ve bu bir kaç yazıda bitecek gibi görünmüyor.

Nasıl bir kent sorusu; nasıl bir yol, nasıl bir park, nasıl bir yaya kaldırımı, nasıl bir bina, nasıl bir belediyecilik anlayışı vs. gibi onlarca, yüzlerce soruyu içinde taşıyor. Yollar ve yaya kaldırımları yenilenirken şimdilik onlara değineceğim. Yollara dökülen asfalt yeterince kalın ve oldukça sağlam görünüyor. Ancak yol seviyesinden alçakta kalan rögarlar yükseltilmezse yol genişliği, fiilen neredeyse bir metre azalmaktadır. Ayrıca asfalt, yüksek eğim açısına sahip yerlerde doğru mudur, bir kaç yıl sonra akma sonucu dalgalı olacak mıdır bilemiyorum. Olacaksa başka çözümü var mıdır? Bunları da bilemiyorum. Çünkü tartışarak iş yapma, toplumu bilgilendirme geleneğimiz yok.

İnce ve kırılgan kaldırım taşları döşeniyor
Fotoğraf-1 İnce ve kırılgan kaldırım taşları döşeniyor

Yaya kaldırımları, yukarıda tek bir cümle ile anlatmak istemiyorum dediğim, beni en çok rahatsız eden konudur. Yaya kaldırımları, yere serilmiş kum üzerine ince, kare şeklinde taşlar kaplanarak yapılıyor (Fotoğraf-1). Daha önce Sendika Camii ile Site Postanesi arasına da aynı taşlardan döşenmişti. Daha şimdiden bazıları oynamaya başlamış bile. Yeni döşenen taşlar da üzerinden bir kış geçtikten sonra yerlerinden oynayacak, üzerinde yürürken altında kalan su paçalarınıza sıçrayacak. Kimi kırılıp yerinden çıkacak ve iki yıla kalmaz kaldırımlar yine delik deşik olacak. Bu taşları, son yirmi yılda kaç defadır deniyoruz. İngilizlerin “Ucuz mal alacak kadar zengin değilim” diye bir sözü var… Biz, üç-beş yılda bir kaldırım taşlarını değiştirecek kadar zengin bir ülke miyiz? Yukarıda andığım yazıda Kanada’daki yaya kaldırımlarından bahsetmiştim. Gezip gördüğüm üç kentte de kaldırım standardı aynı ve ilk yağmurda kuma dönmeyen betondan, mükemmel bir şekilde yapılmış. Japonya’da ise başka bir usul var. Onu da bir başka yazıda anlatacağım. Önümüzde tecrübe edilmiş güzel örnekler varken bu aymazlık niye! Yarın doğal gaz gelir, yollar kazılır; elektrik telleri toprak altına alınacak, yollar kazılır… Onun için böyle kolay sökülebilen taşlar düşüyoruz deniyorsa ki; bu konularda kamuoyuna aktarılan bilgi yok… Ama diyelim ki öyle, bu da beş yıl, on yıl, onbeş yıl sonrasının planlarına sahip olmayıp; günü kurtarma peşinde olan, ufuksuz ve kenti, temsil ettiği hakla tartışarak değil ‘ben bilirimci’ anlayışla yöneten bir tavrı gösterir ki, umarım belediyemiz böyle değildir. Çünkü sonuçta harcanan servet hepimizin alın teridir.

Fotoğraf-2. Genişliği çağdışı bir yaya kaldırımı.
Fotoğraf-2 Genişliği çağdışı bir yaya kaldırımı.

Bir başka konu kaldırımların genişliği… Kaldırımlar tek bir kişinin yürümesi için değildir. Hiç değilse bir tekerlekli sandalye veya bir çocuk arabası ile bir kişinin yan yana geçebileceği genişlikte olmalıdır. Fotoğraf-2’de zaten dar olan yaya kaldırımının, elektrik direği, telefon kutusu vs ile büsbütün daraldığını görüyorsunuz. Bu görüntüler çağdaş bir kente yakışan görüntüler değildir. Daha yol kenarlarına dikilen apartmanların garaj yerine dükkan açma sevdasından, onların nasıl ruhsat aldığından ve yaya kaldırımlarının otopark gibi kullanılmasından hiç konuşmadık bile… Haftaya görüşmek dileğiyle.

NOT
Bu yazı, 4 Ekim 2005’de Zonguldak’ta çıkan yerel Halkın Sesi gazetesinde yayınlanmıştır.