Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilköğretim okulları ve liselerin yaz tatiline girmesine iki hafta kaldı. Hem havaların ısınması, hem baharın getirdiği coşku öğretmen ve öğrencileri kışkırtıyor olmalı ki her yıl bu günlerde okullar gezi düzenliyorlar. Her sınıfta gönüllü öğrencilerin ödediği para ile bir seyahat şirketi ile anlaşılıp otobüsler kiralanıyor ve genellikle turistik geziler düzenleniyor. Yönetmelik gereği bir zorunluluk mudur yoksa Valilikten kolay izin çıkarmak için formalite gereği konmuş bir madde midir bilmem ama gezi programı içine illa bir eğitim faslı da konuyor. Örneğin Abant gölü kenarına gezmeye götürülecek öğrenciler için Bolu şehir içindeki tarihi eserler hakkında öğrencilere eğitici bilgiler verilmesi vs gibi bir amaç mutlaka bulunur. Ancak işin bu yanı gezi sırasında ya unutulur ya da otobüsten inmeden yapılan bir şehir turu şeklinde geçiştirilir.
Öğrencilerin bu tür gezilere katılması onların kişisel gelişimleri bakımından tabii ki faydalıdır. Ancak özellikle kenar mahallelerdeki sınıflarda öğrencilerin yarıya yakını, genellikle ekonomik nedenlerle, bu gezilere katılamamaktadır. Geziye katılamayan öğrenci, katılan öğrenciler yanında kendini ezik hissedebilir. Dolayısıyla bu gezilerin çocuk psikolojisi (pedagoji) bilimi verileri ışığında incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu gezilere bir başka itiraz noktam da şudur: Şu an yapılan haliyle bu gezilerin çocuğun bilimsel gelişimi üzerindeki etkisi çok azdır. Bunun yerine çocukta merak uyandırıcı etkinliklerin de düşünüldüğü, iyi planlanmış geziler yapılması gerekir. Örneğin Filyos (Hisarönü) gibi yakın bir yere götürülüp oradaki tarihi kalıntılar gösterilebilir ve hakkında bilgi verilebilir. Öğrencilerin, bu topraklarda iki, üç bin yıl önce de birilerinin yaşadığını bilmesi, yaşadıkları mekânı bizzat dolaşmaları onların düşünsel gelişimine ve gelecekte meslek seçiminde faydalı olacaktır. Tabii ki bu gezilerin uzman kişiler tarafında düzenlenmesi ve öğrencinin, o ortamı, o günün şartları ile hissetmesini sağlayacak mizansenler hazırlanmış olmalıdır. Hatta Filyos’a trenle götürülüp, o tünellerin hangi koşullarda açıldığı anlatılarak çocukların emeğe saygı duyması öğretilebilir.
Ankara’da Altın Park içindeki Feza Gürsey Bilim Merkezi, İstanbul’da Deneme Bilim Merkezi gibi yerler; öğrencilerin bizzat dokunarak, yaparak, deneyerek bilim konularını eğlenerek öğrenebilecekleri ortamlar sunmaktadır. Buna benzer fakat Türkiye’dekinin belki onlarca kat büyük olanlarını Japonya’nın başkenti Tokyo’da ve Kanada’nın Toronto kentinde gezmiştim. Her ikisinde de tıklım tıklım öğrenci grupları dolaşıyordu. Fotoğraf ve video çekmek de serbestti. Feza Gürsey Bilim Merkezi’ne yeğenlerimi götürüp, çocukların orada bir şeyleri denerken fotoğrafını çekmek istediğimde, Türkiye’nin meşhur yasağı ile karşılaştım. Gerekçeleri komikti: “Merkez’deki malzemeleri temin eden Kanada’lı kurum izin vermiyormuş.” Toronto’daki Ontario Bilim Merkezinde serbest, Ankara’da yasak!
Öğrenci gezileriyle ilgili görüşlerimi dile getirdiğim arkadaş sohbetlerinde maalesef yalnız kalıyorum. ZOKEV Yönetim Kurulunda bulunduğum süre içinde, ZOKEV organizasyonu olarak ilköğretim çocuklarını İstanbul’da Tatilya’ya götüren turlar düzenleneceği zaman da düşüncelerimi söylediğimde ne yazık ki orada da yalnız kalıyordum. Karşı çıkanların hareket noktası genellikle; “ama çocukların eğlenceye de ihtiyacı var” oluyordu. Bunu söyleyenlerin bu bilim merkezlerine hiç gitmediğini sanıyorum. Çünkü çocukların bizzat cihazları kullandığı, kendi kendilerine reflekslerini ölçtüğü, değişik deneyler yaptığı öyle bir yerin ne kadar eğlenceli olduğunu bilemiyorlardı.
Sonuçta bilimde, sanatta ve tarlada çalışan, üreten değil sadece elindekini satan, eğlenen ve tüketen bir toplum olup çıktık. Çocukları okul bahçesine çıkarıp toprağı eşelemesini, oradan çıkacak bir solucanı incelemesini öğretmeyen eğitim, öğretim sistemi, güya çevreyi öğrensinler diye çocukları Abant’a götürüyor. Onları bilim merkezlerine ve açık ya da kapalı müzelere götürmek yerine; turistik yerlere ve eğlence merkezlerine götürerek daha çocuk yaşta yollarını yanlış çizmelerine neden oluyor. Bilinçsiz aileler de bu konuda okuldan gelen talebi karşılayarak, çocukları adına görevlerini yerine getirdiklerini sanıyorlar.
Aynı tüketici ve eğlence düşkünü tavır son yıllarda üniversitelerde görülmektedir. Öğrencilerimiz (makine mühendisliği bölümü için yazıyorum) on-onbeş yıl önce teknik gezi yapıp değişik fabrika görmek isterdi. Son yıllarda pek talep yok; gelen talepler de genellikle Ege kıyılarında bir gün fabrika, iki gün turistik gezi şeklinde oluyor. 26 Yıldır uygulanan, Türkiye’yi serbest pazar haline getirme ve batının güneşlendiği ülke yapma formülü tutmuş gibi görünüyor. Ege ve Akdeniz kıyılarında güneşlenen zengin batılılara soğuk içkilerini taşımaktan başka iş bulma umudu olmayan yeni nesillere, bilimsel eğitim vermeye gerek de yok anlaşılan!
Minik Dualar
Sürekli müzik yayını yapan bir Tv kanalında ilk duyduğumda inanamadım. 10 Çocuk dua klibi yapmış, “anne baba duası” okuyor. Tam anlamıyla insanlık dışı bir duygu sömürüsü, çocuk ve din istismarı. İlköğretimi bitirmemiş çocukların Kur’an kurslarına gitmesi yasaklanmışken, içinde yaşları altı yediyi geçmeyen çocukların bulunduğu bir çocuk grubu tv kanalında 24 saat dua okuyor. Çocuklara, kendisi ve anne babası adına beklentilerini karşılayabilecek uygar bir toplum kurmaya çalışmak yerine miskin bir yakarışa yönlendirmek, onları hayatın çetin koşulları karşısında edilgen yapmaktan başka bir işe yaramaz. Din simsarları bunu yapabilir ancak bu ülkenin yasalarını savunmakla yükümlü Cumhuriyet Savcıları nerede? Körpe beyinlerin metafizikle yıkanması yukarıda bahsettiğimiz eğitim konusu ile de yakında ilgilidir. Başka bir yazıda yeniden değinmek üzere…