Çalışarak, emek sarfederek edinilmemiş hiç bir sıfat, hiç bir ünvan benim için bir manâ ifade etmez. Zonguldaklı olmak, Trabzonlu olmak, Çinli olmak ya da Gambiyalı olmak gibi söylemlerin aslında pek bir anlamı yoktur. Onları şu an anlamlı kılan dünyadaki mevcut siyasal düzendir. Bütün insanların kardeş olduğu düşüncesini, doğduğu andan itibaren çocuklara anlatmaya başlayan bir eğitim (terbiye) anlayışı uygulanabilse, ne bugünkü sınırların, ne de paylaşım savaşlarının anlamı kalırdı.
Yetişkin biri olduktan sonra değişik inanç sistemlerini inceleyip birine karar kılanlara denecek bir şey yok ama hiç kimse hangi ırka, hangi dine mensup olacağını kendisi tayin etmemiştir. Buna rağmen, bu gibi kimliklerle dolaşmayı sevenler de olabilir, vardır da. Ancak bu gibi kimlik gösterileri her zaman düşmanlıkların doğmasına yol açmıştır. Örneğin Türk oldukları için Almanya’da evleri kundaklananları hatırlıyoruz. Kundaklayan Alman için Alman iyi, Türk kötü idi. Tabii ki sadece Rum oldukları için Beyoğlu’nda dükkânları kundaklananları da hatırlamalıyız. Ancak çoğunluk olan ya da azınlık olsa bile iktidarda olan her zaman kendi yaptığını haklı gösterme eğilimindedir.
Sevgili Çetin Özdemir geçen haftaki “Çetinceviz” köşesindeki yazısının başlığını “Celil Uzun-67 plaka ve ihanet” koymuş. Celil Uzun’un, AKP Merkez İlçe Kongresi’nde yaptığı konuşmadan alıntılar vardı. Uzun’a göre bazıları Zonguldak dışına çıkarken plakalarını 34 ve 06 yapıyorlarmış. Siyasi partileri ve partilileri yakından tanımadığımdan; kimleri kastettiğini bilmiyorum ancak bu plaka işi daha önce bu gazetede hiciv yazdığım dönemde epeyce ele aldığım bir konu idi. Ayrıca Zonguldak şehir merkezi nüfusunun %70’inin Doğu Karadeniz kökenli yurttaşlardan oluştuğunu okumuştum. Doğu Karadenizlilerin de memleketlerine düşkünlüğü herkesin malûmudur. Nitekim Zonguldak’ta pek çok dolmuşun içinde, dükkânların iç duvarlarında, evlerin balkonunda Trabzon Spor flama ve amblemleri görmek mümkündür. Yine bazı kişiler araç plakalarını 67 ZZ 053 (53: Rize), 67 ZZ 061 (61: Trabzon) şeklinde alarak, geldikleri şehrin plaka numarasını bir şekilde belirtmektedirler. Bazıları da arabalarının bir yerine “Parola 28” (28: Giresun) gibi yazılarla nereli olduğunu ifade etmektedirler. Üniversitemizde okuyup mezun olmuş ya da Zonguldak’ta geçici olarak bulunmuş kişiler, asıl Zonguldaklıları (Kıvırcıkları!) da bu Karadenizli kişiler zannetmektedirler.
Son yıllarda özellikle TTK’ya ve devlet dairelerine eleman alımı sözkonusu olduğunda “yerli”, “yabancı” ayrımı yapıldığı sıkça konuşulur oldu. 1980’lere kadar yoktu böyle bir durum. Çünkü insanların birbirine düşmesi için neden yoktu. Herkese iş vardı, aş vardı. Bu gün “hemşericilik” daha derin hissediliyorsa, bunun en büyük nedeni; işsizlik, yoksulluktur. Aziz Nesin’in, sokak kedilerini anlattığı bir hikâyesi vardır. Merak eden araştırsın, okusun.
Zonguldak, çok farklı yerel kimlikleri dostça harmanlamış; içinde Gümüşhane adında mahallesi olan, demokrasi kültürü pek çok Anadolu kentine göre çok gelişmiş bir kenttir. Öyle olmasa Trabzonlular Cemiyeti Kurucu Başkanı’nı milletvekili seçip Meclis’e gönderir mi? (Polat Türkmen, AKP) Zonguldak bu kültürünü, sahip olduğu ve artık unutulmaya yüz tutmuş endüstriyel üretim ilişkilerine ve kozmopolit yapısına borçludur. Ancak bu tür yerlerde demokrasi, yeni düşünceler yeşerebilir, yeni buluşlar yapılabilir. Nitekim ilk olarak, yıllar önce bir dolmuşun arkasında gördüğüm TRABZONGULDAK kelimesi bu buluşçuluğun güzel bir örneğidir. Ben de bu buluşa küçük bir katkı olsun diye yeni bir rakam ürettim: . Bu rakama “yedir” adını veriyorum. Hatta Trabzonguldak’ın plaka numarası da ALTMIŞYEDİR olsun (resime bakınız). Türkiye’de malum, başta Anayasamız olmak üzere her şeyimiz “ama”lıdır. Biz de son söz olarak hemşericilik olmasın ama “en büyük Çaycuma, başka büyük yok” diyerek sözü bağlayalım. Yoksa beni köye sokmazlar.
Happy birthday to youuh!
İsrail’in modernize ettiği tankların Kars’ta kış denemeleri yapılıyormuş. Belki bu nedenle O da Kars’ta, doğunun buz kesen havasında, kamuflaj elbisesi ile askeri tatbikatları izlerken şehirde hummalı bir faaliyet varmış. Kendilerine doğum günü pastası hazırlanmış. Pastanın üzerine bir de fotoğrafı konmuş. Fakat bu doğum günü pastalarına fotoğraf koyma işine ben pek ısınamadım. Bir yandan “Happy birthday to youuh!” derken, bir yandan da kişinin resminin üzerine kılıç gibi bıçağı daldırıp, kaşını gözünü yaracaksın! Herhangi bir zamanda olsa, son derece yanlış anlaşılabilecek bir eylem yani… Hele bir de resim büyük bir devlet adamına ait olunca, o resmi kesmek yürek ister yani! Yoksa gizli bir öç alma olmasın bu? “Sen misin bizi inleten, ben de senin gözünü oymazsam” gibisinden yani… Orada bulunanların işi de zor hani! Resmi kesseler mi, kesmeseler mi… Kesse ayıp olur, kesmese aklı pastada kalır… Zor iş! Fakat O, doğum gününe daha iki gün olduğunu söylüyor. İyi de iki gün önceden bu işgüzarlık niye? Şimdi gününü öğrendik, hediye almasak olmaz… Hediye versek rüşvet addedilir. Mal varlığı sorulur. Kim yaptı bu pastayı yahu!
Başbakanın kafası mı karışık?
İki gün önce haberlerde mealen, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin dışında kalamayız. Üzerimize düşeni yaparız” diyordu. Bugün (26 Şubat 2006, Pazar) mealen, “Önce etnik olarak birbirine kırdırdılar şimdi de dini olarak… Bu bir komplodur.” diyor. Birinde; yanında olacağımız ülke ile diğerinde komployu tezgâhlayan aynı ülke. Öte yanda; ABD’de yayımlanan New York Times gazetesi: “Türkiye, Irak’taki Türkmen azınlığını Kuzey’deki Kürt bölgesine karşı korumak için Irak’a girme zorunluluğunu duyabilir” buyurmuşlar. Bunun da bir komplo habercisi ve dolduruşa getirme taktiği olduğundan hiç şüphem yok. Başbakan, aynı konuşmasında “Irak’ta kıyımın durdurulması için üzerimize düşeni yaparız” diyerek endişelerimi artırıyor. Enver Paşa’nın Osmanlı’yı, Almanların yanında nasıl Birinci Avrupa Paylaşım Savaşı’na (Lütfen, buna 1. Dünya Savaşı demeyelim. Çünkü savaşı çıkartan da savaşanlar da Avrupalılardır) soktuğuna bakarsak, durum daha net anlaşılır. “Kurtlar Vadisi Irak” filmi de milliyetçi ve dindar içeriğiyle cahil ve yoksul kitleyi savaşa hazırlamış durumda. “Düğünleri basıp, çocuklarımızı öldürüyorlar, haydin soydaşlarımızı korumaya/kurtarmaya!” dedim mi, akan sular durur. Du bakali no’lacak.