Bu ülke ve bütün dünya her konuda ne çok “kurban” verdi. 12 Eylül öncesi tırmandırılan (son zamanlarda herkes böyle söylüyor) şiddet ve terör eylemlerinde Türkiye’den her yıl beş binden fazla bilim insanı, aydın, özellikle üniversiteli genç öldürülmüştü. Dünya petrol kaynaklarının üçte birine sahip Ortadoğu bölgesini kontrol altında tutmak için gelişmiş ülkelerin kurbanı olmuş on binlerce insan. Sonra 12 Eylül askeri darbesi ile kapatılan dernekler, sendikalar, kısıtlanan işçi ve memur hakları, susturulan, darmadağın edilen üniversiteler. Sonra 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı Turgut Özal’ın iktidara tek başına oturması…
Bu kararların ardından başlayan Zonguldak’ta geriye gidiş, özellikle 1990’lardan sonra iyice hızlandı. İşsizlerin, intihar edenlerin, çöplükten yiyecek toplayanların sayısı çığ gibi büyüdü. Köylerdeki genç nüfus büyük şehirlere, özellikle İstanbul’a göç etti. 8-10 yaşlarındaki çocuklar dahil, ailenin bütün fertleri, sağlıksız ortamlarda sigortasız ve güvencesiz çalışarak hayatta kalma mücadelesi verir oldu. Ülkenin varsıl kesimi onları görmez oldu. Öte yanda saçma sapan televizyon programları ile toplumun gözü gibi vicdanı da köreltildi. Şimdi bu kalabalık, körelen vicdanlarını rahatlatmak için hayvan kurban edecekler. Günlük sıradan işler haline gelen rüşvet, vergi kaçırma, hırsızlık, adam kayırma; küfürlü, kaba-saba insanlık ve etik dışı davranışlarımız, dört bacaklı bir hayvanın kanı ile temizlenecek.
Yıllar var ki; trafik kazalarında yılda ortalama beş binden fazla insanımız ölüyor: “Yanlış ulaştırma ve eğitim politikalarının kurbanları” … Bilimden habersiz, kafaları dogmalarla betonlaşmış milyonlarca insan, kuş gribinden üç çocuk öldükten sonra dahi, kendi kümesindeki hayvanların toplanmasına itiraz edebiliyor: “Cehalet kurbanları”. Dünyadaki maden ocaklarında, önlenebilir ve önlenemez kazalarda her yıl binlerce insan ölüyor. Daha geçen hafta ABD’de 12 kişi yerin 120 metre altında yaşamını yitirdi. Ortadoğu’da yüz yıldan fazladır yapılan petrol savaşlarında yüz binlerce insan yaşamını yitirdi: “Enerji kurbanları”. Zonguldak’ta yüz elli yıldır binlerce insan kömür için “kurban edildi”. Kömürün ana enerji kaynağı olduğu dönemlerde Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ne çok seviyordu Zonguldak’ı! Şimdi ne yapsak gelmiyor, Fransız otomobil firması. Yabancı sermaye elinden iş gelir, patronuna kul, köle, “kurban” olacak kalabalıklar arıyor.
15 Yıl önce tarihe damgasını vuran madencilerin Büyük Ankara Yürüyüşü yapılmıştı. Orada çekilen fotoğraflarda yer alanlar şimdi tarihin birer parçası oldular. Tarihin, sadece padişahların, kralların ve büyük komutanların tarihi olmadığını onlardan daha geniş ve kurban olmaya ikna edilmiş ya da zorlanmış kitlelerin tarihi olduğunu idrak etmeden, geleceğimizi sağlam temellere oturtmanın imkânı yok. Bir toplum için geçmişi unutmak; öğrendiğini unutan ve hemen her gün yeniden öğrenmek zorunda kalan spastik engelli bir çocuğun durumuna düşmek gibidir. İçinde yaşadığımız günlerin, aslında geleceğin tarihi olduğunu çoğu zaman düşünmeyiz bile. Geçmişimizi bilmeden geleceğimizi kuramayız. Geçmişi bilmek, tarihi doğru okumakla mümkün olabilir.
Bu anlamda Erol Çatma’nın dördüncü kitabı olan “Zonguldak Kömür Havzası Tarihi” çok önemli bir boşluğu dolduracaktır. Bu gazete de dahil bazı yerel gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Erol Çatma, emekli bir maden işçisi. Yıllarca yeraltında çalışmış. Kömür ocaklarını, oradaki çalışma koşullarını bizzat yaşamış. Böyle birinden, o ocakların ve orada canlarını verenlerin tarihini okumak elbette padişahların tarihini okumak gibi olmayacaktır. Erol Çatma kömür ocaklarından emekli olmasından sonra başladığı tarih yazma işinde dördüncü eserini vermiş bulunuyor. Çatma, asıl (orijinal) belgeye dayalı tarih yazıyor. Bunun için büyük bir çaba ile Osmanlıca okumayı öğrenmiş. Çöplüklere veya eski adıyla SEKA’ya gitmekten kurtarılabilmiş EKİ belgelerinden çeviri yaparak bu bölgenin tarihine ışık tutmaya çalışıyor. Kendisi için bu iş tutkuya dönüşmüş ve oldukça başarılı bir şekilde yürütüyor. Üstelik bu yeni işinden emekli olmayı da istemiyor.
Çatma, kitabında, Zonguldak tarihini beş ayrı dönem için beş ayrı kitap olarak yazacağını söylüyor. Daha geçen hafta matbaadan çıkan yeni kitabı Çatma’nın dördüncü, ancak beş ciltlik Zonguldak Kömür Havzası Tarihi’nin henüz birinci kitabı. Havzanın 1840-1865 dönemini içeriyor. Bu coğrafyanın üzerinde yaşayan herkesin mutlaka okuması gerekir.
Kitap bir akademisyen titizliği ile hazırlanmış. İçeriği, sayfa düzeni, tabloları, şekilleri, resimleri, fotoğrafları ve bütün bunlara hızlı erişimi sağlayan indeksi ile üniversitelerde ders kitabı olabilecek nitelikte. Ayrıca kitabın sonunda çok geniş bir kaynakça ve kitapta geçen bazı eski terimlerin açıklamasını içeren sözlüğü ile işin hakkının verildiğini gösteren, “ben yaptım oldu”nun ötesinde, ciddi bir emek ürünü. Üniversitelerimizin darbeci liderlere değil de Erol Çatma gibi gerçekten onu hak eden insanlara Onursal Doktora payeleri verdikleri günleri görmek ve bizzat kendilerinin kurban edildiklerini fark edemeyenlerin kitap okuması dileğiyle…