Japon yönetmen Shohei İmamura’nın, senaryosunu Shichirô Fukazawa ile beraber yazıp yönettiği, 1982 yapımı bir Japon filmi; Narayama Türküsü. Film 1983 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülünü almıştır. Yönetmeni, 1997’de başka bir filmiyle de (Yılan Balığı) Cannes’de ikinci kez ödül almış olup, bu özelliğe sahip dört yönetmenden biridir.
Yıllar önce Ankara’da bir sinemada seyrettiğim bu filmin konusu beni çok derinden etkilemişti. İzleyenleri de mutlaka etkilemiş olmalı: 19. yüzyılın sonlarında, Japonya’nın kuzeyinde, Narayama Dağı’nın eteklerindeki ıssız, küçük bir köyde, aşırı yoksullukla başa çıkabilmek için acımasız bir uygulama benimsenmiştir: Fazla çocuklar baştan atılır, 70’ine gelen ihtiyarlar da ölsünler diye dağın doruğuna taşınır. Yaşlı anne Orin de vaktinin yaklaştığını bilmektedir ve bunun bilinciyle ailesinin sorunlarını çözmeye uğraşır ve sonra geleneğe bağlılığıyla, oğlundan kendisini dağa götürmesini ister. Oğul, sonunda annesini dağa götürür. Yanından ayrılırken kar yağmaya başlar ve kadının yüzünde bir tebessüm belirir. Çünkü yaşlılar dağa bırakıldığında kar yağarsa, bu, onların iyi bir insan olduğuna ve ruhlarının huzur içinde olacağına işarettir. (İnanç yaşamda boşluk bırakmıyor!) Açlığın, insanı hangi noktaya getirebileceğinin önemli bir göstergesidir bu uygulama ve gerçekten yaşanmıştır.
TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu): Son yıllarda izinli-izinsiz çalışan pek çok özel ocak bulunsa da, Zonguldak havzasında resmen 1848’de başlayan kömür üretim sürecinin, gelinen son aşamasının adıdır; TTK… Bugün, Zonguldak taşkömürü ile taşkömürü de TTK ile özdeşleşmiş gibidir. 1983 yılına kadar TTK, hem resmen hem bütün halkın dilinde EKİ idi. Yani Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi… Halâ TTK yerine EKİ diyenlere de rastlanır. 1940’tan 1983’e kadar EKİ olan adı, birden hafızalardan silmek kolay değil elbet… Avrupalıların başlatıp yaydığı, nedense adına “Dünya Savaşı” dedikleri “1. ve 2. Büyük Paylaşım Savaşı” yılları ve Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayinin, 1950’lerde bir ABD politikası olarak başlanan petrole dayalı karayolu taşımacılığı yaygınlaşana kadar, ulaşımın can damarı olan deniz ve demiryollarının da kömüre bağımlı olması Zonguldak’ı hep, Türkiye’nin en önemli illeri arasında tutmuştur. Yine 1973’teki petrol krizi yıllarında, dönemin iktidarının bakışı ile de ilgili olarak, taşkömürünün önemi ve onu çıkartanların saygınlığı artmıştır.
Kömürünün varlığı bu kentte 1924 yılında Türkiye’nin ilk maden mühendisliği okulu olan “Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendis Mektebi”nin açılmasını sağlamıştır. Şimdi kasabalarına bir yüksek okul açılmasını isteyenler bunun önemini anlarlar mı acaba! Ya da artık kasabalara yüksek okul açmaktan başka proje götüremeyen siyasiler? Kömür, üretilmeye başlandığı günden bu yana, özellikle EKİ döneminde Zonguldak ve yakın çevresini her yönüyle imar etmiş, kalkındırmıştır. Bu gün Zonguldak, kişi başına düşen gelir, 100 kişiye düşen otomobil/telefon sayısı, ortalama eğitim süresi vs. gibi konularda Türkiye ortalamasının çok üstünde yer alıyorsa, bunu kömür ve onun yan kolları olarak bu yörede kurulmuş olan demir-çelik tesislerine borçludur. Gerek EKİ, gerekse TTK dönemlerinde, Zonguldak ve Türkiye bu kurumlardan yıllarca her açıdan beslenmiştir. Topluma hiçbir proje sunmadan, bu kurum aracılığıyla besledikleri, asalak delege yandaşları sayesinde yıllarca meclise vekil olarak gidenler, artık bu kurumun kapatılması gerektiğini söylüyorlar. Çünkü bu şahıslar milletin değil, yandaşlarının ve çıkar ortaklarının vekilleri idiler. TTK kapatılsın, özel şahıslar üretim yapsın! Çalışanların hak, hukuk ve çalışma koşulları açısından, özel ocakların durumu da ortada…
Son yıllarda; “TTK, eskidi, yaşlandı, elden ayaktan düştü, üretim yapamıyor, sadece tüketiyor, dolayısıyla dağa ölüme terk edilme vakti geldi” deniyor. Filmde yaşlı Orin’in yerini TTK alıyor. Ölen bir kişi, geride kalanın daha rahat yaşaması demek… Toplumdaki işsizleri, engellileri, yaşlıları, müebbet hapis yatanları, sokakta boş gezen hayvanları da topluca katletsek mi? Ne dersiniz? Bunlar da yük mü toplum için? Sırtımıza zorla giydirilmeye çalışılan bu batı gömleği asla bu bedene oturmayacak, Anadolu hümanizmi Orin’leri asla dağda ölüme terk etmeyecektir. Batıcıların EKİ’yi, TTK yaptıkları gün başlattıkları ölüme terk etme süreci, yerel seçim öncesi duraklatılmış gibi görünüyor. Hatta yeni işçi alımları gündemde… İnsanlar, her gün kelle koltukta, yerin üçyüz, beşyüz metre altında, gün ışığına hasret, toz duman içinde çalışmaya çok mu istekliler acaba! Karın doyurma telaşı ve çocukların yarını kaygısı olmasa, bu insanlar TTK’nın ölüm kuyularını kendi elleriyle taşla doldurmazlar mı sanki! Sorun işsizlik, açlık yoksulluk sorunudur. Bir zamanların göç alan kenti Zonguldak, gün be gün kan kaybediyor. Artık gençler ve orta yaşa gelmiş kuşak, başka illere asgari ücretle, kölelik şartlarında çalışmaya gidiyor. Köylerde ve kenar mahallelerde yoksulluk ve beraberinde gelen sorunlar diz boyu.
Mustafa Kemal döneminde hiç dış borç alınmadan, hatta bir yandan Osmanlı’dan kalan borçlar ödenerek yapılan onca yatırım, bu gün bazılarının ölüme terk etmeyi düşündüğü kurumların artı değerleriyle yapılmıştır. Gelişmiş ülkeler kapısını açsa, nerdeyse kimse kalmayacak olan Türkiye’mizde, kurumları ölüme terk etme değil; onları usta yönetmenler elinde ödül kazanan filmlere dönüştürme koşulları yaratılmalıdır. Unutulmamalı ki, kendi kömürünü çıkartıyor olmanın topluma kazandırdığı moral ve TTK gibi kurumların çevresine verdiği “sosyal fayda”nın değeri asla para ile ölçülemez. Ne yazık ki son yıllarda bu moral kaynakları, futbolda elde edilen uluslararası galibiyetler olmaya başladı ve onca harcamaya karşın futbolun üretiminin ne olduğu asla sorgulanmıyor. Hatta bizzat futbolun kendisi, sorgulamayan kuşaklar yetiştirmek için sihirli bir araç olarak kullanılıyor. Dolayısıyla sorgulayan da yok… Bundan iyisi can sağlığı ama kimler için?
Gün gelir, bizim ürettiğimiz teknolojiler dünyada aranır olur da, ülkemizde işsizlik ve yoksulluk yok olur, işte o gün ne TTK, ne de kömürün stratejik önemi konuşulacaktır. Ancak o gün dahi, gerçek insan yüreği taşıyanlar, dünyanın hiç görmediği köşelerindeki aç çocuklar, düşkün yaşlılar ve yoksullar için çalışacak ve onların vicdanı, “…yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…”* asla rahat etmeyecektir. * (dize Adnan YÜCEL’in aynı adlı kitabından alınmıştır. Anısına saygıyla…)
NOT: Bu yazı ZOKEV bülteninin Aralık 2003 sayısında yayınlanmıştır.